19 Ağustos 2011 Cuma

Welcome to Estonia

Aslında (çok fena “actually” diye başlayasım gelse de) bu yazının “koskoca” geçen 2 aylık bir İstanbul -tatili- dilimini anlatması gerekiyor dimi…hayır alakası bile yok!
Sabah evden çıkmadan önce ve hatta önceki gününde pek bir tatsızdım canım kadar sevdiğim Grinder’ım benim değildi,evden çıkana kadar olsa da,gerek yoktu böyle hareketlere…Her ne ise…Bir şekilde gelindi havaalanına,o kadar sakindi ki bu sefer ortalık…Bu sefer ne beni uğurlayan ne de karşılayan bir arkadaşım olacaktı(işte anne baba ve kardeşim ki en çok kardeşimin yanındaydım),üstüne üstlük bir yol arkadaşım bile olmayacaktı… ona da tamam dedim işte çıktım yola..airBaltic ile geldim,tabii ki bir THY değildi,ne müzik dinleyebildim ne yemek yiyebildim… Yiyecek ve içecek tepsisi ilk sıradan yavaş yavaş gelirken suya bile para verildiğini gördüm,kim olduğunu hatırlayamadığım bir arkadaşın “yok artık RyanAir mi lan o” dediğini anımsadım,devam ettim…önümdeki koltuğun cebindeki menüyü aldım…su ve asitli içecekler 2.5€ ama bira da 3€ idi…durup düşündüm…yok lan şaka ne düşüncem :D bira istedim içtim uyudum biraz,güzel bi manzara vardı izledim biraz…Havanın parçalı bulutlu olduğu ve güneşin batmak üzere olduğu havada uçakta olmak güzeldir…
Aktarmalı uçuşlarda ilk bindiğin yerden sıvı(alkol) alamıyormuşsun,aktarmada alıyorlarmış elinden… İstanbul’dan evde hazırladığım çanta ve bavullarla çıktım…laptopumu çantasıyla spor çantama bir Çin işkencesi edasında tam 5kere çıkarıp geri soktum…Toplasan 50 dakikamı almıştır…En sonuncusunda onun da üstüne çanta kontrol ve pasaport sırası eklenince zaten 10 dakika geç inen uçaktan diğerine geçmem gerekirken gözüm mönitöre takıldı…”Boarding” yazıyordu uçağımın yanında…Dedim bir Sierra alayım bari litrelik…yokmuş amkmun Riga Duty Free’sinde…A1 kapısına geldiğimde kapalıydı,uçağın kapısının kapandığını gördüm…Uçakta taktığım Tele2 Estonia hattımın 12 dakika erken göstermesi saati,çok güzel bir sürpriz hazırlamıştı bana…En yakın airBaltic ofisine koştum,felaket bir sıra vardı,Türk kaynağı ile bi şekilde geçtim önlere…Anlattım derdimi,bir de İngilizce çirkeflik yaptım cıngar çıkardım…Çok özür dilediler ya=) dedim çanta kontrol sırası vize kontrol sırası,bi elimi yüzümü yıkadım koştum zaten uçak geç inmiş,aktarma uçağınızın zamanında kalkacağı tutmuş dediğimde,o korkuyla 20dakika sonraki uçağı ayarladılar bana benden öncekinin biletini iptal edip…Uçağa bindim bir yağmur bastırdı ki offf sonra geçti filan,havada iken bir gökkuşağı,erken iki…ama paylaştığım videodaki gibi bağırmadım iki tane birden görünce.Ve son dakikada ayarlanan koltuğun iki "munis kedi güzeli Eston hatunun arasına denk gelmesi de teselli ödülü oldu…Her ne ise…geldim güzel evime,Maxima’ya gittim,Bock’u çok özlemişim aldım hemen bunu yazdım…Tam bitti derken…
Dedim ki ulan ben İstanbul’da ne yaptım…işte uzun süredir görmediğim birilerini gördüm…Carpe Diem levelinde mutlu güzel anlar yaşadım(çiftliğe laf yok,o çiftlik),uyandığımda yine İstanbul’dayım diye küfrettim kendime,hemen 18 Ağustos olsun dedim,oldu…Geldim internetim kesikti,odama bi geçtim,buldum bir internet bunu da ekledim sonuna…Şimdi de dedim ki,evet sesli dedim…İstanbul, “A”cayip “M”erakta “K”aldım…