12 Temmuz 2019 Cuma

Gökyüzü Kafesi

İlahi dinler, ilahi olmayan dinler ve astrolojinin aynı mantıktan yürüdüğünü ve bir süre sonra yol ayrımlarından sağa,sola ve yukarıya yönlendiğini düşünüyorum. Bariz sebeplerden dolayı bir miktar içine girip incelediğim astroloji dünyası hakkında fikirlerim oluştu.. Kutsal kitaplardaki yazı dilinin çok benzeri kullanılmakta ve fal, doğum haritası okuma veya pro-detaylı harita okuma gibi yöntemlerle; istismara çok açık olan yönlendirme, kadercilik, bağlantı kurma(kutsal kitap şifresi çözmek gibi) insanı tembelleştiren ve körelten uygulamalar mevcut. Yazı dilinde ve son zamanlarda aşırı yaygınlaşan vloglarda gördüğüm üzere, yaşanması öngörülen, yaşanmış bitmiş veya hali hazırda yaşanan durumların hem olumlu hem olumsuz şekilde gerçekleşebileceği ucu açık cümleler ağırlıklı olmak üzere anlatılıyor. Özellikle kötü ve sıkıntılı durumlar yaşamış insanların geçmişe dönük gezegen ve yıldız konumlarına göre belirlenen "şunlar şunlar başınıza gelebilir" şeklinde farklı ihtimallerin sıralanması, kötü hisseden insanların "işte tam bu yüzden bunları yaşamışım" tepkileri, gerçekten yaşanan kötü durumlardan ders alınmasını zorlaştırıp insanları köreltirken, bir kesimin ise "amaan zaten bu bu sebepten olmuş" yaklaşımlarına şahitlik etmeme sebep oldu. İnsanların içindeki boşluk ve soru işaretlerini dolduran bir inanç gibi adeta astroloji. Rasyonel çözümler bulmanın tam karşıtı görüntüsünde zahiri çözümler aramaya yönlendiren bir sistem olduğu yönünde fikirlerim var. Gelecekle ilgili bilinç üstü ve bilinç altına işlemeler yapmaya çok müsait bir sistem, din gibi..
Önümüzdeki 7 sene çok kötü bir dönem geçireceksin cümlesini yürekten inandığın bir astrologdan duymak ve buna inanmak, burç-yükselen-evlerine göre bunu kağıt üstünde kanıtlayan bir insanın o 7 senesinin iyi geçme ihtimali gerçekten sıfıra yakındır. 30yıl boyunca astrolojinin a'sına inanmamış biriydim ama insanların kendini kodladığına, düşüncelerine yoğunlaştığında bu düşünceleri hayatımıza somut olarak sokabilen varlıklar olduğumuza hep inandım, kendi üstümde denedim ve dış etkenler fazla olmadığı sürece başarılı sonuçlar aldım çok defa. Bir çocuğu doğar doğmaz, doğum haritasına göre yetiştirme fikrini düşünüyorum günlerdir ve insanın özgürlüğünü doğuştan alabilecek bir yol olduğuna karar verdim, bunun devamında olgun insanlar üzerindeki etkileri düşünmeye başladım. Bir kısım insan için motivasyon kaynağı olabiliyorsa da, aynı şekilde hevesini gücünü kırabilmektedir. Yaşanmış, yaşanan veya yaşanacak olan olayların duruma uygun anektod bölümlerinin alınıp yorumlanması, aynı haritaya bakıp farklı insanların farklı yorumlar çıkarabilmesi, din konusunda da olduğu gibi benim için yetersizlik ve geçersizliktir. Kötü hisseden insanın çözüm aramak yerine gezegenin ilerlemesini beklemesi, iyi hisseden insanın ise kendisine söylendiği aralıktan sonra iyi hissetmeyeceğine inanması, özgür iradeyi yıkan, tembelleştiren ve körelten, muhtaç ve onaylanma isteğine bulanmış, aldığı kararlarda kesinlikle mutlu olamayan topluluklar üretmesine sebep olmaktadır. Sosyal medya ve chat programlarındaki gruplaşmalar, grup liderlerinin düzenlediği ve isimlendirdiği, güne özel enerji saatleri, bonus dualar ve sıkıştıkları yerlerde "siz en iyisisiniz, hep gülümseyin, ödülünüzü alacaksınız, başarılı olacaksınız" cümleleri altına saklanmış maddi fırsatların tohumunu atmaya müsait insanlarla, (yine din gibi) istismara ne kadar açık olduğunu görebiliyoruz. Binlerce yıldır hemen hemen tüm dinlerde gördüğümüz ödül-ceza uygulamasının bir benzerini, saf sevgiye, en üst çakralara, gerçek aşka ulaşanların ödüllendirileceği ve geçmiş yaşamlarını iyileştirerek daha sonraki yaşamlarında rahata kavuşacağı anlatıları ile görülebilmektedir. Astrolojik analiz sonucu yönlendirilen insanların, astrolojik dünya dışından fikir alma konusunda da büyük sıkıntılar yaşadığına şahit oldum. Verilen fikirlerin ve önerilerin hiç önemsenmeyip kulak arkası edilip, bir süre sonra bir astrolog danışmanın söylemesi, veya bir makalede görülüp daha sonra kabul edildiğini görmek ve bunu defalarca bizzat yaşamak, astrolojiden insanların nasıl etkilendiği, sistemin nasıl işlediği ve nasıl sonuca vardığı konusunda yaptığım gözlemler sonucu bundan çok kolay para kazanabilecek seviyede olduğumu bile gördüm.
İnsanın en önemli kişisel silahları olan özgüven, özsaygı ve özsevgiye sürekli dışarıdan görünmeyen darbeler almasına neden olabiliyor bu yaşam şekli. Karşınızdaki insanın her "astrolojik dönemde" aynı olaylara farklı tepkiler vermesi, tutarsızlık gibi etkiler görülebilmekte. Sonuç olarak bu yaklaşım ve yaşam şekliyle arama bir sınır koymaya karar verdim, zaten içinde olmadığım için pek zor olmadı. Umarım siz de hayatınızın tüm dönemlerini yıldız ve gezegenlere göre yaşamak yerine, özgür iradenizi kullanarak harika hatalar yapabilmeyi, çuvallamayı, özgürce yaşayıp ders alabilir, başarılarınızın SİZİN YILDIZINIZIN SIRASI GELDİĞİ İÇİN değil, gerçekten istediğiniz ve başarılı olduğunuz için yapabildiğinize inanmanız sonucu içinizi kaplayacak müthiş hisleri tecrübe edebilirsiniz, uzun süredir yaşamadıysanız hatırlayabilirsiniz. Yazım bu kadardır. Herkes istediği yolu seçmekte özgürdür, isteyen şaman, isteyen satan olsun beni ilgilendirmez. Fikirlerim, önerilerim ve temennilerimdir. Hapsolduğunuz gökyüzü kafesinden çıkmanız dileğiyle..

11 Temmuz 2019 Perşembe

Darkefes Sabiti

Rutin kelimesini sıkıntı olarak algılayan bir topluluğun içinde büyüyüp gelişen biriyim, en trajikomik yanı ise rutin kelimesini sıkıntı olarak algılamayan bir toplumda 3 sene yaşayıp en sert ve köklü değişimimi o toplumun içindeyken yaşamış olmamdır. Şartların insanları değiştireceğine inanmam, bir insanın şartları kabullendikten sonra değişeceğini savunurum. İnsanları değiştiren iç veya dış çevrenin zorladığı, dayattığı şartlar değildir, insanı sadece kendisi değiştirebilir ve bu şartları kabullenmeyenler ise değişime karşı bazen dimdik bazen eğri büğrü bir şekilde ayakta kalırlar. Peki bu rutin kelimesi neden rahatsızlık yaratıyor?
Üstüne çok düşündüğüm ve sonuca ulaşamadığım bir konu bu, bir ara acaba "ruin" kelimesinin iticiliği mi bulaşmış diye düşünmüşlüğüm dahi var. İnsanlar neden düzen sağlamak konusunda problemli ve bu insanlar neden kültürel ve coğrafik konumlara göre neden farklılık gösteriyor? Neden medeniyetin üst katlarına tırmanabilmiş topluluklar düzeni sağlamış ve belli rutinlerden rahatsızlık duymuyor? Medeniyete ulaşmak, rutini sağlamak mıdır? "Bugün de işe geç gideyim ya değişiklik olsun" gibi bir cümleyi kurmaya itecek ne yaşamış olabilir insan diye düşünüyorum. Hayatların kalitesizliğinin ve kişinin mutsuzluğunun, düzen-disiplin-rutin üçlüsünün işkenceye dönmesine sebep olduğunu gözlemliyorum. Suçun rutinlerde değil hayatların kalitesinde saklı olması, toplumun çoğunluk kısmının; daha kaliteli, daha eğlenceli, daha dolu hayatı olduğunu düşünen ve buna inanan insanların rutinlerini ve alışkanlıklarını yaşamasına engel olmasını çok can sıkıcı buluyorum.
Ben Darkefes, bahsettiğim bu 3 yıllık farklı dönemimde öz disiplin ve zaman yönetimi hakkında çok enteresan özellikler kazandım ve bunu hayat kalitemi yükseltecek şekilde kendime entegre etmeyi başardım. Dışarıdan gelip hayatıma müdahil olan insanlara bu özelliklerin en başta çekici ve enteresan gelmesinin en büyük sebebinin, disiplinsiz bir toplumda günümüze kadar yaşamış olmaları olduğunu düşünüyorum. Tıpkı benim ülkeyi ilk defa terk edip Estonya'ya gittiğimde hissettiğimi hissediyor olmaları gibi tarifsiz duygulara bürünmeleri sonucu... Bir süre sonra karşı taraftan gelen o kaçınılmaz değişim isteği, hep böyle mi olacak soruları ve sorunları... Evet bir sistem eğer oturmuşsa ve sorunsuz işliyorsa bunu bozmanın bir anlamı olmadığına inanıyorum.
İşe gelirken daha uzun mesafeli olmasına rağmen alıştığım yolu kullanıyor olmam, aynı dakikada evden çıkıyor olmam, bir gün içinde tükettiğim alkol miktar aralığı, attığım adım sayısı aralığı, kolesterol aralığım hep sabittir ve bu aralıkların dışına çıktığımda bir miktar huzursuzluk hisseder ve ne zaman olağan duruma döneceğini düşünürüm. Kafamda her zaman bir plan ağacı vardır ve bu ağaç planların ileriki safhalarına göre dallanıp budaklanır kollara ayrılır, mümkün görünen tüm şartların sonucu belirlenir, olabildiğince az kötü sürprizle karşılaşırım ve karşılaştığımda afallamam. Hangi ruh halindeyken hangi olaya ne tepki vereceğim bellidir, adeta bir Sovyet ülkesi gibi dışarıyı gözlemlerim, iç işlerime karıştırtmam kimseyi ve alacağım fikir-önerileri kesinlikle kendimce tartmadan uygulamaya sokmam. Belki diyeceksiniz ki Sovyetler dağıldı, ben SSCB kadar büyümeyi düşünmüyorum, yoksa ben de dağılırım ve kaybederim kontrolü, o kadar büyük planlamayı kaldıramaz kafam. İç huzurumu sağlayacak kadar rutin yeterli, varsa yanına birkaç parça mutluluk, heyecan yaratacak rutin dışı ufak tefek aykırılıklar tuzu biberi olabiliyor ancak.
Darkefes Sabiti "1"dir.. Olanı olduğu gibi bırakma üzerine kurulan bir kuramın sonucudur, tersi "-1"dir ve olanı -ne kadar iyiyse o kadar kötüye, ne kadar kötüyse o kadar iyiye- çevirir. Darkefes Sabiti basittir ve huzur verir. Yapılması gereken belli bir rutine bağlanacak olan hayatın kalitesini yükseltmektir. Sabit kelimesi, basit kelimesinin anagramıdır. Sorun disiplin veya rutin değil, sorun sizsinizdir. "Hayat nasıl gidiyor?" sorularına çok tatlı bir rutinde devam ettiğini söylediğimde karşımdaki insanın şaşkınlık ve küçümseme dolu bakışlarına sadece gülümseyerek karşılık vermek, gerçekten güzel.

1 Haziran 2014 Pazar

İyi Adamlar

Hayatım boyunca dilenciye tek kuruş vermiş birisi değilim,daha ufak yaşlardan beridir doğru veya yanlış olduğunu anlayabilmek adına hep doğru olduğunu düşündüğüm davranışlar sergiledim,kararlar aldım,aldırdım ayrıca. Fark ettirmeden çok kişinin yolunu değiştirdim, hepsi benim deneklerim oldu. Dilencilere para vermek de benim için "her zaman" yanlış bir davranıştı,öyle de kalacak. Dün yine dayanamayıp buluşacağımız saatten 15 dakika önce bir hastanenin yakınında arkadaşımı almak üzere yanaştım,kara kuru bir çocuk geldi, bir şey sorabilmek için rica istedi,lafa tutup para alacak diye düşündüm,serdim ön yargılarımı çocuğun suratına..Karnım aç,ama daha çok içesim var,o sebepten aklıma gelmiyor açlık,yakıyorum bir sigara: "Yine erken geldim amk.." Sigara biterken arabanın etrafında turluyorum,arabadan inerken terslediğim çocuk acaba çizmiş midir arabamı,aynasını tutup götürmüş müdür,lastiğine bıçağı takmış mıdır,yapmışsa ne yaparım diye düşünürken yine karşıma çıktı ufaklık. "Abi..bir şey sorayım ya..". Sor ulan dedim,"açım abi,para istemiyorum,yiyecek alabilir misin azıcık?" Alırım ulan dedim,karın doyurmak kötü bir şey mi,değil tabii ki. Birikmiş parasını komple kaybetmiş,yeni Eskişehir gezisinden dönmüş,önceki gün konserden çıkmış biri olduğumu unuttum o an,girdik fast food restoranına,arkadaşımı da bekletmeyeyim,alalım çıkalım,ben de bi hamburger götürürüm dedim,verdim siparişi pakette,kolumu tuttu çocuk,et olacak dimi abi içinde.."Vay piç,yemek de mi seçiyorsun,olacak tabi" dedim,gülümsedi. Belki karnı aç bile değildi,zevkine oyun olsun diye istedi,bir tane de annesi için istedi,düşünmedim bile,yemekle başka ne yapılabilirdi ki..Arkadaşımı aldım içtik,içtik,içtik..Yine huzurlu içtim,iyilik yapmak için bir şeye bir yere bağlı olmadan,kendimi mutlu etmek için iyilik etmek,en güzeliydi..Bir yerde yazıyor,anlatılıyor,emrediliyor diye değil,hoşuma gittiği için,hoşunuza gitmesi için,iyilik yapın,iyi adamlar olun,iyi için,benim için..

12 Aralık 2012 Çarşamba

Mesela Ben

Mesela ben...sizin yıllarca şahit olduğunuz o şirin sevgili değilim ben,ben aslında ben olabildiğim için kaybetmişimdir belki de,belki de ondan değildir,emin değilim,hiç de umursamadım aslında...Ben öyle sevdim ki,sizin gibi basit insanların kalbinin kısa bir süre hızlı atması gibi olmadı hiç,o kadar basit olamadım. Evet belki ideal sevgili değilim ben,onun bunun gözünde demiyorum çünkü o da umrumda değil,evet,kendi gözümde bile ideal insan ben değilim. Her kadın,her kız,her dişi ister o ekstra ilgiyi biliyorum ama bilmemezlikten gelmeliyim herkeslikten uzaklaşabilmek için...Ne ilginç bir kelime herkeslik...Ben aslında ergenliğe girmeden en aykırı,en asi olması gereken insandım,bence başardım da bunu... Benim elime bir el daha değmesi hiç öyle basit olmadı,kendi içimde tutucu bir kişiliğim var,ben aslında tanıyorum bu beni,bunları da sadece ama sadece ona yazıyorum,ah bu ben diyorum,neyi başaramıyorum acaba,bu kadar mı becereksizim...Tecrübeleriyle övünmez insan,asla övünmemeli,ben de yapmak istemiyorum bunu ama,ben neden 25 yıldır mutlu olamamışım acaba diye sorduğum çok oldu kendime. Bir cevap da beklemedim kendimden hiç bunca yıl,bilinçsiz bir halde beklediysem de bir cevap alamadım... Şimdi soruyorum kendime...Ne yaptın sen aga...? Nasıl üzebilirsin sen değer verdiğin birini,üstüne üstlük kendini! Neden kelimesi ile bir soru sormayalı çok uzun yıllar olmuş kendime..Evet hep kendimi düşünüyorum,neden? Ben tek bir kalp taşımıyorum,bencilliğim hep bizcilliğimden geliyor. Ben ayrıntılı düşünen bir adam olamıyorum,o kanserli hücrelerim yakıştıramıyor kutsal kalbime bunu. Ben belki kibirliyim.Ben seni herkese nasıl anlatıyorum bilmiyorsun,bilmeni istemem,bir canlı bu denli övülüp taçlandırılmadı şu ana kadar...Ne Thatcher ne Jane ne Elizabeth ne de Kate bu kadar değerli olamadı yeryüzünde,gökyüzünde,yer altında... Ben kapattım gözlerimi sarıldım. Kalbimle ellerimin arasında bir kalp diledim,yüksek tansiyonumla bana koştuğu anı izledim,ben mutluyum... Nankörlük gibi olmasın ama ben hep mutluyum,bir hayaldi bana en başından mutluluğu aşılayan, ve ben bu mutluluğun en büyük sebebine sarf ettim parmaklarımdan veya dudaklarımdan dökülen her bir ses,her bir kelimeyi. Yine yanlış yaptım,ben zaten çok yanlış yaptım,yapmamış gibi mi görünüyordum,hep bu yansımalar,yanılsamalar yüzünden...Ben bir kraliçeye aşık oldum,çok aşık oldum...Anlatamadım bir türlü kendimi. Neden bu kadar uzun sürer ki insanın kendini tanıması,kendine laf anlatması,düşüncelerin hislerle birleştiğindeki o kutsal anı bozabilecek ne olabilirdi ki... Ben şu an alkollüyüm,yüksek alkollüyüm ve bunun faydasını göremedim,ben artık aklıma geleni yazıya döken,gözlerimle anlatabilen masallarda bile lafı geçmeyen o adam oldum...Ben ellerimi birleştirdim sevgiliyi ayakta tutan omurgasında...Ben beyin hücreleri hasarlı bir adam oldum,neyi düşünemediğini bile bilemeyen,normal insanların erişemediği huzur ile kendinden geçmiş,şeytanın dolaştığı ayrıntıları hayatından çıkarmış,basit bir şekilde mutluluğa muhtaç adamım ben! Basit bir mutluluk değil,mutluluğu basit bir şekilde arayan adam Darkefes... Mesela ben çok sevdim,anlatamadım,sevmek nasıl anlatılabilir ki,kalçayı sağa sola sallayarak söylenen -şarkılar-da mı bulmalıydım ben de uygun kelimeleri,asla... Mesela ben çok basit insanım,kusurlarım çok büyük! Kendimi anlatamadıktan sonra başkasını anlamak bana ne getirebilir ki? Ben üşengeç adamım,kolayına kaçabilirim,yapabilirim bunu bazen ama ben aslında kolay kolay yazamam. Güzel bir kelime ile uykuya dalmak için illa güzellik yapmak,sadece basit insanlara mahsus olmalı. Ben muhtacım zaman zaman,ve bazen de uyumsuzum biliyorum. Ben çok kavga ederim,kavga ederken asla düşünemem,ama tartışırken düşünürüm. "Keşke" kelimesini kullanmam ben,acizliktir o kelime,benim ağzıma yakışmaz! Mesela ben,ilk defa bu kadar açık açık bize yazdım bunu,belki okuruz diye sonra,belki hatırlarım belki hatırlamam uyandığımda ama,benim yaşadığım basitlik,herkesleşmek olmadı asla! Ben duymasam da hissederim,eğer hissedemezsem,işte o zaman üzülürüm.Üzülmesek aslında hiç,insanların bunun için,üzülmek için uğraş verdiğini görmek asıl üzücü olan hep...Ben sadece bir kişi diledim,tek bir kişi anlasın istedim,beni bana anlatacak,beni bana sevdirecek bir kişi olsun istedim.Buna rağmen bizcil olmaya çalıştım,eğer böyle değilse bu yol,biri çıksa da öğretse bana dedim,öyle birisinin de hiç var olmadığını gördüm. Mesela ben,sonsuzluğu kıskandıracak bir mutluluk istedim,belki hakettim belki haketmedim,bunun hakkında zaten hiç düşünmedim. Düşünmek zararlı değildir ama zarar verir,gerçek tanrısını arayan bir canlı umudunu nasıl kesebilir ki...İnanıyorum bir gün ben de anlatabileceğim kendimi,korkuyorum o günden aslında,kendimin bile bilmediği sırların ortaya çıkıp yüzümde dağılmasından,gözlerimde parçalanmasından... Ben sadece hatası yüzüne çarpılan bir insan olmak istedim,kendi kendimin değil,sonsuzluğa tek bir parça bırakmak zorunda kalsam,boynumu bırakırdım...

8 Aralık 2012 Cumartesi

İyi Geceler

Kardeşimle 10 senedir aynı saatlerde uyumuyoruz...Eskiden aynı anda yatar ve yataktan yatağa muhabbet ederdik,annem gelince susardım hemen..Aynı odada kardeşinle kalıyorsan eğer,böyle bir dönem kesin yaşanır,ama 6 yaş fark olunca...Ben artık onun uyanmaya yakın saatlerinde uyumayı başarabiliyorum. Bir de eskiden uyumadan önce anne babayı öperdik,artık onlar da benden erken yatıyor ve ben bir kere bile hatırlamıyorum iyi geceler öpücüğü verip yataklarına gittiklerini,belki de büyümek hep böyle bir şey olacak,olsun...Hayat ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olursa olsun,sadece sonunu merak ettiğimden bekliyorum,az kaldı,yaşlanıyorum...

27 Haziran 2012 Çarşamba

Deprem Etkisi

Dün gece, nöronlarım arasındaki gel-git o kadar hızlı etki ediyordu ki; düşüncelerim, hislerim, isteklerim ve gördüklerim bambaşka bir hal aldı. Kimseden uzaklaşma çabam olmadığını anlatırken kendime, bir yandan da koskoca bir şehirde nefes alamamaktan şikayetçiydim. Evet o lanet şehir işte, İstanbul... Herkes o kadar basitleşmiş ki, mevsimine sövüyor, yollarına küfrediyor, çünkü insanları muhteşem, İstanbul'u yaşanmaz kılan sadece bu fiziksel şartlar... Dün gece bir deprem olsun istedim, şöyle sağlamından sallayan, biraz temizlik şarttı, belki de ben fazlalıktım o an İstanbul'a ama o riski de almıştım ben. Aynı kendime olduğu gibi olsun istedim. Depremler, şiddetine göre yeryüzünde ufak yada büyük değişikliklere sebep olur, canlılar ölür, cansızlar yer değiştirir, canlılar da yer değiştirmek ister, bulunduğu yerden soğur çoğu; kimi başarır, kimi başaramaz, kimi daha çok bağlanır. Ben de her İstanbul'a geldiğimde böyle uzaklardan, bir deprem yaşıyorum içimde. Yeryüzünün hareketlenmesi, ufak hareketlerin birikip bir anda patlamasını yaşıyordum ben de bir süredir. Bir deprem yaşadım, beyin hücrelerimin bir kısmı ölmüş veya işlevlerini değiştirmiş sanki. Hislerim, tepkilerim ve beklentilerim değişmiş, tekrar bir deprem olduğunda buna hazır, dirençli olmak için ruhum ve vücudum kendini değiştirmeye başlamış. Uzun yıllar hayatıma bir şekilde müdahil olan ve beni değiştirmek isteyen, bazen başaran bazen başaramayan insanların ve onlar gibilerin gözü önünde ruhsal ve fiziksel olarak değiştiren bir İstanbul; gerçekten de 1.derece deprem bölgesiymişsin... İşte ben dün gece bir deprem olsun istedim! O an uyuyanlar, uyanıklar, boş boş oturanlar veya çalışanlar gecenin 4'ünde, hatta 5'inde... Beni biraz anlasınlar istedim! İnsanlar ölsünler, yer değiştirsinler, değişsinler, değişen İstanbul'u görsünler diye... Belki İstanbul'u daha rahat görürler ve anlarlar, ben biraz daha anlaşılması güç adamım, direk etki-tepki veremeyebilirim. Kirlendiğimde asit yağmuru yağdırmam kimsenin üstünde, her sarsılmalarımı deprem gibi herkese gösteremem, hissettiremem ben. Uyurken olsun bu deprem kimi için; birçok şeyin değiştiğini görsünler uyandıklarında, yine de keşke uyanık olsaymışım diyebilsin. Kimi için ise uyanıkken olsun, tüm o süreci yaşasın, nelerin neden değiştiğini, ne kadar şiddetli olduğunu... Çünkü ben değişirken kimse fark etmedi ve anlamak istemedi bunu, beni anlayın istedim dün gece, bir deprem olsun istedim şöyle sağlamından. Biraz temizlensin ortalık dedim, aynı benim içim gibi... Biraz değişsin düşünceler, tüm o hisler, aynı benim gibi... Deniz suyu çekilsin ve kabarsın aniden, dün gece yaşadığım "gel-git"ler gibi... İstanbul'a her geldiğimde, her büyük yer değişmelerimde, önceki ufak ve farkına varılmayan değişimlerin patlaması gibi İstanbul'da da yer yerinden oynasın, aynı benim gibi... Belki o zaman seversiniz beni.

2 Mart 2012 Cuma

Kaybetmek...

Hayatımda bir süreden sonra hissettiklerimi asla içimde tutmamam gerektiğini öğrendiğim günün bir meyvesini daha sunmak istedim...Kaybetmek,bir yakınını kaybetmek.Yaşamıştım bu duyguyu daha önce,ta eskilerde babam kadar sevdiğim bir adamın ölüm haberi ile sarsılmıştım.Ergenliğin etkisi ile de hislerim,o adamı babamdan daha fazla sevdiğim yönündeydi ve kardeşim dediğim bir arkadaşımın babası vefat etmişti.O zamanlar yazmak yerine çizmeyi daha çok seviyordum,kendimce çizmiştim bir şeyler ama tabii ki de kalıcı olmamıştı.O gün bir insana ne kadar çok destek olunması gerektiğini görmüştüm hayatımda ilk kez,elimden geleni de yapabilmiştim umarım...Daha sonra her şeyin aslında unutulabildiğini,arkada bırakılabildiğini görmüştüm.Hala o günden kalma,yakama iğnelediğim ufak bir kağıt parçasını saklarım ve yıldönümünde anarım içten içe...

Kitabımda da bahsettiğim üzere benim ölmek istediğim yaş 52'dir...Her fırsatta dile getiririm kimsenin hoşuna gitmese de bu cümle; ölüm söz konusu olduğundan...Zaten -kendimce- hızlı yaşadığımdan çok da uzun dayanabileceğimi sanmıyorum,elden ayaktan düşüp de kimseye muhtaç şekilde yaşamak istemediğimden böyle bir yaşı seçtim ben,biraz da doğaçlama olmuştu o an 52 aslında.

Ben 1 Mart 2012 saat 03.00 sularında büyükbabamı kaybetmişim ama neye üzüleceğime karar veremedim.O anda bir clubta eğlendiğime üzülmedim aslında,bilemezdim...Lakin bundan akşam 7'de haberdar olmak üzdü,haberi aldığımda cenazenin çoktan defnedildğini öğrenmek üzdü,o anda 3300 km uzakta olmak da üzdü,babamı düşündüm ve maalesef babaannemin de zamanının çok az olduğunu ve ardarda olursa babamın ne hissedeceğini kestirememek üzdü...Haberi aldığım an çıktım evden,spor salonuna gittim,koşu bandında uzun uzun yürüdüm boşluğa bakarak,koştum zaman zaman...Rahatlamaya çalıştım,büyükbabamı son gördüğüm anı hatırlamaya çalıştım ama hafızam o kadar zayıftı ki,başaramadım.Sonra bu mutsuz haberi birileriyle paylaşmak istedim belki azalır etkisi diye,o da pek işe yaramadı açıkçası.Kardeşimin sözlerini benim yazdığım bestesini konserde söylerken orada olamamak çok ama çok koymuştu.Lanet ülkeyi terk ettiğimden beri tek o andı keşke orada olsaydım dediğim an bugüne kadar,bir de bugün işte...Babama sarılmak istedim,destek olmak istedim ama hala burada Estonya'dayım işte.Annem de babam da bilirdi babaanneme ya da büyükbabama bayılmadığımı,aradaki yaş farkı ve kuşak çatışması nedeniyle ağır fikir ayrılıklarının ve geçmiş nasihatların beni çok sıktığının farkındalardı.Yalan da yok ki içimden gelip 1 kere aramışlığım yoktur telefonda ama olduklarını bilmek bir şekilde mutlu etti hep...Babaannemin yine yakın zamanda çok ilerlemiş bir halde kanser olmasının üzerine hiç de moral verici bir olay olmadı bu,belki bir daha sütlü soğanlı ıslak yufkalardan,kıymalı böreklerinden yiyemeyeceğim bir daha,yine hayat devam edecek,herkes unutmayacak ama etkisini kaybedecek,kimse o günkü kadar üzülmeyecek,ben bambaşka yazılar yazacağım,zaten bunu da çok fazla kişi okumayacak,saygılarımla...