29 Ocak 2012 Pazar

Pencereleri Sallayan O Fırtına...

Bir ney senfonisinin arasına belli belirsin karışan zil sesleriyle beraber çıkılan bir yolculuktu bu seferki.Özlemeyi unutmaması için uzak duruyordu herkesten ama; mecburen böyle yapması gerektiğine inandığından fırsat buldukça özlem gidermeye çalıştı özleyebileceği her şey ile…Sadece işi düştüğünde etrafa sarılan birisi olmadı,olamadı belki de kendini muhtaç hissetmediğinden.Tek istediği hislerini paylaşıp anlatabileceği ruh halini ve eşini bulabilmekti…Sadece tek bir şeye muhtaç hissediyordu kendini;ne umut ne sevgi ne şefkat…ne de para diyemem,çünkü ihtiyacı olduğunu hissettiği “o” bitkisel hayat,para gerektiriyordu.Ancak böyle vurabiliyordu açığa o acımasız gerçekleri ve hislerini…Şimdi bi’ an olsaydı,ciğerlerini olabildiğince büzüp,derin bir oksijen çekercesine şişirmek için bir sebebi olsaydı,dudaklarının 2 köşesi kulaklarına doğru koşmak ister ve o uzun kenarlar birbirinden uzaklaşmak için olağanüstü bir cesarete bürünür ve vücudu,boğazındaki o ince tellerin süsleriyle,korkunç kahkahaları dindirmeye çalışma gayretini,kalbi dışarıdaymışçasına sarsılmalarıyla cevaplardı.Duvarları sallayan,pencereleri zorlayan bir fırtınanın tam ortasında sigara yakmak kadar zordu hayat ama;peşi bırakılmayacak kadar değerli,tüm küfürleri hak eden bir hırsızın koynunda nefes almaktan öte ne olabilirdi ki yaşamak? Hayat değil mi ki bazen bize güzel şeyler getiriyor görüntüsüne bürünüp her an potansiyel güzel anların barınma ihtimali olan tüm anlarımızı çalıp götüren? Hayat bir kavram karmaşası değil mi ki? Tıpkı bu kavram karmaşası gibi önünden geçen “tek kişileri” istediğinde kaybedememek istiyordu,gördüğü halüsinasyonlar kadar gerçek olmak,kolunu salladığında ardından gelen nice aynılarını görebilmek istiyordu.

1 yorum: